masa nedir ki deyip geçmemek lazım. son 3 senedir yeri yurdu belli olmayan bir insan olan ben, kendime ait bir masamın, sabit bir telefonumun olmamasının ezikliğini yaşadım hep. istedim ki masraflarımı verirken zımba dilenmeyeyim, şöyle basit bir kalemliğim, içinde de rengarenk kalemlerim olsun.. sırt çantamın içinde kaplumbağa gibi tüm evimi/ ofisimi taşımak zorunda olmamak istedim. masamda sabit bir ajandam olsun, ataşlarım fln olsun istedim ne bileyim. ama olmadı. işe yeni girdiğimde bir süre oturduğum masamı bir ay sonra projeye gittiğimde kaptılar. kilitli ama kilitsiz çekmecemde sempatik kedili köpekli post-it'lerim vardı mesela, hepsi sonradan masama konan bilbo baggins'in oldu (tanıyanlar için not: sevimli bir hobbite benzemiyor mu ama gerçekten?? ahah) halbuki ben istemez miyim kırk yılda bir ofise gittiğimde sıcacık bir masa -benim masammm- bulmayı? objelerim olsun istiyorum. fight club'dan ders almamış bir insanım ben netekim; ama ucuz ama pahalı her türlü objeye (consumerizm hastalığının başlangıcı) hastayım. hikayelerini, duruşlarını, başka objelerle kombinasyonlarını seviyorum; hayatımı kolaylaştırma ve sürekli bulunduğum mekanları sevimlileştirme ihtimallerinin ise delisiyim evet.
o yüzdendir ki -sadede gel !! - 1 seneliğine satıldığım müşterimde (bu garip bir tabir oldu ama bizim jargon böyle be yavrum) bana bir adet masa, bir adet kilitli çekmeceli dolap ve bir adet dahili telefon verildiğinde -önceleri ne işim var bu yerde dediysem de- sevindirik oldum, kendimi önemli hissettim. çalışana aidiyet kazandırmanın en önemli ilk adımı ona kendi personal space'ini vermektir. "al bu masayı ne b.. yersen ye, nasolsa benim köpeğimsin artık niohaha" gibi gelse de ilk başta, öyledir... gelen geçen her göze açık olan personal space'in senin mabedin aslında. orası senin. bunun bilincinde olarak da senin görevin pikachu o masayı, o 155'e 70 (?!) cm'lik alanı gönlünce tasarlamak, doldurmak.
işte benim hikayem böyle başladı okuyucu. önce bana bomboş üzerinde sadece bir adet telefon olan bir masa verdiler. al otur ve çalış dediler. ben direndim "hayır ben buraya sınırlar istiyorum" dedim. "paravan isterim, cubicle bölmelerinden isterim" dedim durdum. ilk etapta bizim masa (uzun kenarlarından birbirine dayanmış iki adet masa) sonradan eklenen asi bir masa olduğu için olmadı tabi. teknik olarak imkansızdı. cubicle olan masalar farklı dünyalarda üretilmişti; formatları ayrı, boyutları daha bir ufaktı; ama işte o separatörler de anca onlara takılabiliyordu okuyucu anlıyor musun derdimi? ama ben yılmadım. idari işleri aradım. yıldırmadılar. çünkü sallamadılar.
sonra günlerden bir gün, dırdırımı(zı) çekmekten bunalmış arkadaşlarım(ız) başka masalardan duş kabini malzemesinden yapılmış yan separatörler çalıp bizim masamıza taktılar. görüş alanım daraldı, masama sınırlar geldi belki ama ufkum genişledi okuyucu. o duşa kabin bozuntusuna yapıştıracağım resimler, renkli renkli post-it'ler gözümün önünde uçuşmaya başladı. "ajandamı buraya dayarım, kağıtları şuraya dizer, hizalarım" dedim. "düzen adamı olabilirim, bunu yapabilirim" dedim. fakat bir sorun vardı.
bitişik iki masanın birleştiği çizgide her iki yandan iki adet separatör konmuştu evet ama o iki separatörün arasında ~40 cm genişliğinde bir boşluk vardı; hem de direk masanın öbür tarafında oturan arkadaşımla sürekli göz göze gelebileceğimiz bir hizada. delirdim. olamazdı böyle bir şey. 1,5 m mesafede sürekli başka bir yüzün direk bana baktığını bilip, ben de her kafamı kaldırdığımda ona bakıp türlü şaklabanlıklar yaparken ciddi iş ortamında hayatta kalamazdık. anladın mı? bu yüzden o boşluğu doldurmaya karar verdik okuyucu.
önce çiçekler alalım dedik, irili ufaklı kaktüsler, bonzailer. yok yok, plexiglas'tan yalak formunda bir kap yaptıralım, içine jel toplardan koyup türlü objeleri dizelim dikine dikine; aramızda bambulardan rengarenk bir parmaklık olsun dedik. plexiglas üreticilerine mailler attık. oha'lık fiyatlar geldi vazgeçtik.
işte sonra, günlerden bugün oldu okuyucu. öğle gezintisinden geri döndüğümüzde bizi dünyanın en güzel separatörü bekliyordu. pek sevgili eski kızıl-yeni sarışın'ım milleti gaza getirip hayatımda gördüğüm en süslü, en şebek, en neşeli çiçeği bulmuş almış. böyle bir görsen (göreceksin zaten, yarın sabah ilk iş resmini koyacağım buraya) 5 adet bambunun olduğu, tam da o ~40 cm'lik araya cuk diye oturan kare bir vazo.. ama her yanından bir renk, bir süs fışkırıyor. paskalya tavşanları mı istersin, nazar boncukları mı, yoksa bambuların tepesine tünemiş komik tavuklar mı. her şey var herrrr şey. kelebek tokalar ve uğur böceği bile var. sadece broşürlerde görebildiğin bir cangıl adeta!! (ay kesin resim koymalıyım evet evet) ne kadar sevindiğimi, şaşırdığımı anlatmamın imkanı yok. artık kafamı kaldırdığımda karşımdaki p....'ı görmek için kafamı sağa sola eğip bambuların arasından boşluk bulmam gerekiyor. o kadar eğlenceli!
bitti sandın sanırım? haha yok öyle kolayca kaçmak. burda da bitmedi okuyucu. tamam cangılımız var ama kırtasiyemiz yok!! olur mu, olmaz! üşenmedik 8 kat aşağı indik ve kırtasiye departmanına gittik. tamam, adı tam olarak böyle olmayabilir ama işte office 1 super store'un şirket içi mini bir versiyonu diyelim. ondan da, bundan da derken bütün departmana 2 ay yetecek kadar çok post-it'le, envai türden kalemle ve hayatımda hiçbir zaman kullanmadığım tipex gibi zamazingolarla dolu bir şekilde mabedimize döndük. yepyeni kırtasiye malzemelerimi ambalajlarından çıkarmak, onları dizmek, hizalamak, en sonunda bana ait "şey"lerle dolu bir masaya oturmak, "işte budur eyoooo" dedirtti.
bu gaz ne kadar daha devam eder bilmiyorum ama ilkler güzeldir. ve bu benim ilk ofis masam. o yüzden çok güzel ve çok şeker ve çok cici tamam mı? ve yeni sarışınıma müteşekkirim masamın en nadide objesini bana vermeyi düşünecek kadar düşünceli olduğu için.
laylayloommmm
işte resimlerrrrr:
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
o yüzdendir ki -sadede gel !! - 1 seneliğine satıldığım müşterimde (bu garip bir tabir oldu ama bizim jargon böyle be yavrum) bana bir adet masa, bir adet kilitli çekmeceli dolap ve bir adet dahili telefon verildiğinde -önceleri ne işim var bu yerde dediysem de- sevindirik oldum, kendimi önemli hissettim. çalışana aidiyet kazandırmanın en önemli ilk adımı ona kendi personal space'ini vermektir. "al bu masayı ne b.. yersen ye, nasolsa benim köpeğimsin artık niohaha" gibi gelse de ilk başta, öyledir... gelen geçen her göze açık olan personal space'in senin mabedin aslında. orası senin. bunun bilincinde olarak da senin görevin pikachu o masayı, o 155'e 70 (?!) cm'lik alanı gönlünce tasarlamak, doldurmak.
işte benim hikayem böyle başladı okuyucu. önce bana bomboş üzerinde sadece bir adet telefon olan bir masa verdiler. al otur ve çalış dediler. ben direndim "hayır ben buraya sınırlar istiyorum" dedim. "paravan isterim, cubicle bölmelerinden isterim" dedim durdum. ilk etapta bizim masa (uzun kenarlarından birbirine dayanmış iki adet masa) sonradan eklenen asi bir masa olduğu için olmadı tabi. teknik olarak imkansızdı. cubicle olan masalar farklı dünyalarda üretilmişti; formatları ayrı, boyutları daha bir ufaktı; ama işte o separatörler de anca onlara takılabiliyordu okuyucu anlıyor musun derdimi? ama ben yılmadım. idari işleri aradım. yıldırmadılar. çünkü sallamadılar.
sonra günlerden bir gün, dırdırımı(zı) çekmekten bunalmış arkadaşlarım(ız) başka masalardan duş kabini malzemesinden yapılmış yan separatörler çalıp bizim masamıza taktılar. görüş alanım daraldı, masama sınırlar geldi belki ama ufkum genişledi okuyucu. o duşa kabin bozuntusuna yapıştıracağım resimler, renkli renkli post-it'ler gözümün önünde uçuşmaya başladı. "ajandamı buraya dayarım, kağıtları şuraya dizer, hizalarım" dedim. "düzen adamı olabilirim, bunu yapabilirim" dedim. fakat bir sorun vardı.
bitişik iki masanın birleştiği çizgide her iki yandan iki adet separatör konmuştu evet ama o iki separatörün arasında ~40 cm genişliğinde bir boşluk vardı; hem de direk masanın öbür tarafında oturan arkadaşımla sürekli göz göze gelebileceğimiz bir hizada. delirdim. olamazdı böyle bir şey. 1,5 m mesafede sürekli başka bir yüzün direk bana baktığını bilip, ben de her kafamı kaldırdığımda ona bakıp türlü şaklabanlıklar yaparken ciddi iş ortamında hayatta kalamazdık. anladın mı? bu yüzden o boşluğu doldurmaya karar verdik okuyucu.
önce çiçekler alalım dedik, irili ufaklı kaktüsler, bonzailer. yok yok, plexiglas'tan yalak formunda bir kap yaptıralım, içine jel toplardan koyup türlü objeleri dizelim dikine dikine; aramızda bambulardan rengarenk bir parmaklık olsun dedik. plexiglas üreticilerine mailler attık. oha'lık fiyatlar geldi vazgeçtik.
işte sonra, günlerden bugün oldu okuyucu. öğle gezintisinden geri döndüğümüzde bizi dünyanın en güzel separatörü bekliyordu. pek sevgili eski kızıl-yeni sarışın'ım milleti gaza getirip hayatımda gördüğüm en süslü, en şebek, en neşeli çiçeği bulmuş almış. böyle bir görsen (göreceksin zaten, yarın sabah ilk iş resmini koyacağım buraya) 5 adet bambunun olduğu, tam da o ~40 cm'lik araya cuk diye oturan kare bir vazo.. ama her yanından bir renk, bir süs fışkırıyor. paskalya tavşanları mı istersin, nazar boncukları mı, yoksa bambuların tepesine tünemiş komik tavuklar mı. her şey var herrrr şey. kelebek tokalar ve uğur böceği bile var. sadece broşürlerde görebildiğin bir cangıl adeta!! (ay kesin resim koymalıyım evet evet) ne kadar sevindiğimi, şaşırdığımı anlatmamın imkanı yok. artık kafamı kaldırdığımda karşımdaki p....'ı görmek için kafamı sağa sola eğip bambuların arasından boşluk bulmam gerekiyor. o kadar eğlenceli!
bitti sandın sanırım? haha yok öyle kolayca kaçmak. burda da bitmedi okuyucu. tamam cangılımız var ama kırtasiyemiz yok!! olur mu, olmaz! üşenmedik 8 kat aşağı indik ve kırtasiye departmanına gittik. tamam, adı tam olarak böyle olmayabilir ama işte office 1 super store'un şirket içi mini bir versiyonu diyelim. ondan da, bundan da derken bütün departmana 2 ay yetecek kadar çok post-it'le, envai türden kalemle ve hayatımda hiçbir zaman kullanmadığım tipex gibi zamazingolarla dolu bir şekilde mabedimize döndük. yepyeni kırtasiye malzemelerimi ambalajlarından çıkarmak, onları dizmek, hizalamak, en sonunda bana ait "şey"lerle dolu bir masaya oturmak, "işte budur eyoooo" dedirtti.
bu gaz ne kadar daha devam eder bilmiyorum ama ilkler güzeldir. ve bu benim ilk ofis masam. o yüzden çok güzel ve çok şeker ve çok cici tamam mı? ve yeni sarışınıma müteşekkirim masamın en nadide objesini bana vermeyi düşünecek kadar düşünceli olduğu için.
laylayloommmm
işte resimlerrrrr:
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
7 comments:
son 9 ayını aynı masada geçirerek kariyerindeki sabitlik rekorunu kırmış biri olarak çok iyi anlıyorum seni. ama o her an toplanıp çıkarım hissi geçmedi henüz.
seyyar mod da fena değil, seviyordum otelleri fln. ama işte ne bileyim, insan işten ayrılırken bi karton kutu doldurabilsin ister en azından..
nerde resim ?
koydum işteeeee
senin komik bi insan evladi olduguna kanaat getirdim (-:
gülmekten sandalyeden düştüm diyosun =P
ya süper yazmıssın, danısman kesim olarak bunu hep özlicez sanırım, ben de masam olsun istiyorum çok özendim seninkine :))
Post a Comment