Wednesday, March 26, 2008

eyrport

sevgili blog,
pek sevgili moda cem taksiyi üzmemek için yine yeni yeniden 1050 deki uçağıma gelmek için 6.30 da taksiye binmiş bulundum. şimdi adam haklı olmasına haklı tabi, köprü trafiği kabus bir de bunun geri dönmesi var fln ama bana da yazık be ya. 7 de geliyorum o zaman da havaalanına, yarım saatte checkindir pasaport kontrolüdür halletmiş oluyorum. sonrası ~3,5 saatlik bir bekleyiş. üstelik uçaklar da bu aralar hiç zamanında kalkmıyor, uçakta olsam bile bu sefer pistte bekleşiyoruz böyle ardarda dizilmiş inciler gibi.. alitalia'sı senin, KLM'i benim.

ama ben de havaalanında vakit geçirmenin inceliklerini öğrenmeye başladım gibi. bir kere kültürel ve sosyal faaliyetlerde bulunabildiğin bir yer burası. oturuyorsun advantage lounge'a gelsin kahveler gitsin çörekler bir yandan sigaranı içerken envai çeşit gazeteyi gözden geçiriyorsun önce bir. ben misal bugün akşam üstü radikal üstü cumhuriyet üstü fotomaç yaptım. tamamen sıkıntıdan. sonra açıyorsun laptop'unu yavaaaaş bağlantı neydi onu hatırlıyorsun -e burda şimdi kafamı kaldırıp saysam en az 6-7 kişi benim gibi sanal ortamlarda fink atıyor. bütün havaalanı genelindeki potansiyeli hesaplayamadım bile.

sonra farklı milletlerden bir sürü insan görüyorsun ordan burdan geçip giden. komik komik tipler. bir kadın vardı pasaport kontrolünde bizim tc vatandaşları sırasına girmiş. koltuk değnekleri var, bir de yanında minik bir velet. sıra ona geldi hatun meğer yabancıymış -tam türk tipli bu arada. ben onun yerine daraldım mesela aynı sırayı yabancı uyruklular sırasında yeniden bekleyecek diye ama rica etti öne geçirdiler onu. sevindirik oldum. sonra, mesela ben duty free karşısındaki banklarda oturup uyuyan insanlara da gıpta ile bakıyorum. keşke çantamın çalınacağı ya da uyuyakalıp uçağı kaçıracağım korkusundan kurtarabilsem de ben de kendimi uykunun sıcacık kollarına bıraksam. aklıma gelmişken, bu havaalanlarını kaynama noktasında tutma olayı nedir ya?? -7 ye gidiyorum diye giydiğim montu nereme sokacağımı bilemedim. üstümdeki poları da çıkarıcam ama içimde uyku sersemi giydiğim pijamadan bozma bir tshirt var hoş kaçmaz.

bu kadar şey yazdım hala 2 saat var. geç be zaman geç.
.
.
.

dün gece bir anda aklıma bu seferki ziyaretim için otel rezervasyon onayının gelmediği geldi. varşovadaki oteli aradım. yurtkart diye bir zımbırtı var. babam yurtdışında uzun uzun aylar kaldığı için annemle konuşmanın ekonomik bir yolu olarak bunu bulmuşlardı. ben de o karttan aradım oteli. sempatikliği ingilizce özürlü olduğunu kamufle edemeyen resepsiyoniste "rezervasyonum var mı benim orda?" diye sordum. o da haliyle "sen kimsin?" dedi. ben kimim?. başladım kodlamaya; ismim şu, soyadım şu. amma zormuş milletler arası telefon görüşmelerinde kıt ingilizceye spelling anlatmak. bir ara acaba girsem londra, paris gibi şehir kodlamalarına dedim. sonra belki onun enternasyonal bir olgu olmayabileceği aklıma geldi, yuttum avrupa şehirlerini.
ben "vay" "ay" dedikçe hatun ordan "arr?" diyor, hayır be kadın vayay işte nesi var anlaşılmayacak. ben yaklaşık 5 dakka soyadımla cebelleştikten sonra kadın "yani şimdi ben buraya birşey yazıyorum ama yarın gelince kimliğinizden düzeltiriz sorun değil" deyip rez. no'mu verdi kapadık. bütün bunlar olurken karşımdaki koltukta babam oturuyordu. telefonu kapatmamla kahkahayı bastı. aman yazıkmış da onun kızına, aman da aman ismi de soyadı da çok uzunmuş zaten öss formuna da sığmamış, madem yabancılar da anlamıyormuş, ben en iyisi bir an önce soyadı tek heceden oluşan birini bulup formaliteden de olsa evleneyimmiş. yok ya.

eve de eğlence lazım tabi.
ama benim bu gezgin halim en çok kardeşime yarıyor. abla tekila abla baileys abla ot bok. herşey kardeşler için efem, herşey!!


hala 1 buçuk saat var.

No comments: