Sunday, November 16, 2008

overload

sakin bir insan olmayan kendimin bile zorlandığı bir kaç günü geride bırakmak üzereyim bugün de sağ salim biterse. perşembe ben ereğli'den dönmeye çabaladığım saatlerde, normalde cumartesi dönmesi gereken babam bir kaç saatliğine istanbula geldi . 7 aydır ikamet ettiği cehennem gibi sıcak kuzey afrika/akdeniz ülkesinden ankaradaki toplantıya gitmeden önce aktarmasını annem ve kardeşimle beklediler. tabi annem günlerdir heyecandan tansiyonunu yükseltmiş, babam orda heyecandan eli ayağı tutmaz halde.. iyi ki ilk karşılaştıkları anı görmemişim, düşününce bile içim kalkıyor. perşembeyi böyle atlattık. babam gelmiş, görememişim; neyse en azından bir turkcell uzaklığında, zaten hasret de giderdik, zaten cumartesi bizimle olacak diye diye..

*

cuma kızlarla ıssız adam'a gittik. gitmez olaydık diyemiyorum. karışık hisler besliyorum filme karşı. adam (alper) evet, dünya çirkini olup da serseri piç erkek olmayı başarmanın tüm karizmasıyla kadınları kendine bağladı ilk dakikadan. kadın (ada) ise gayet bizim gibi (göbekli fln) anormla bir güzelliği olmayan sempatik cici bir insan., fakat rol yapmayı pek beceremiyor. yani o replikler o kadar doğalken, ada'dan çıkınca ya fazla tiz ya fazla detoneydi.. bilmiyorum. oyunculuk izlemeye gitmediğim için filme çok takılmadım bu konuya..

asıl konuya gelecek olursak.. filmi izlemeden "30+ men, and their commitment issues" olarak özetliyorduk günlerdir kızlarla. aslında "30+ serseri adamı ev kocası yapma manyağı kızlar" da olabilirdi konu.. neden ve niyesini gönül bu ota da boka da diyerek geçiştiriyorum. ne hemcinslerimi ne karşı cinsi bir daha bir daha irdeleyecek değilim.
ağlayacağımdan çok emin bir şekilde gittiğim filmde, 2 saat boyunca sadece işaretlere odaklanıp, detay çalışmalar ile hüzünlenmekle yetinen ben, son 5 dakikada gerçekleşen bir aksiyon sonucu muslukları koyverdim evet. yanımdaki arkadaşıma kendisi ağlamaya başladıktan 1 saat sonra eşlik edebildim böylece. ama bir başladım, pir başladım; duramadım. bütün salon boşaldı. sadece biz 4ümüz ve bir çift daha kaldı. o çifti de tanıyor olmam ayrıca enteresan çünkü ne yaşadıklarını biliyorum. çocuğun şaşkın bakışları altında kız ağlamaktan kendinden geçti, kalkamadı yerinden (hayır şu an ki ilişkisine değil, bir kaç öncekine ağlıyordu). bir ön sıramda oturan insanları düşünüyorum, bir de bizi ve bu kadar etkilenen insanları. mutlu mesut bu tip ilişkiler yaşamamış birisi bu filmden neden etkilensin ki? hayatıyla hiç bir şekilde bağdaştıramıyorsa eğer ıssız adam'ı o zaman kızın kötü oyunculuğu vs der ve kalkar gider bu filmden. koltuklarından kalkamayanlar ise hayatlarında bir dönem işte bu ıssız adam'a aşık olanlar olur. ben şahsen böyle bir hikayeyi direk yaşamadım; filmin sonuna üzüldüm aşka inansa mı inanmasa mı kararsız biri olarak, daha yüzeyseldi yani hislerim. ama anlayabiliyorum neden yerinden kalkamaz insan.

gecenin geri kalanında zoraki gülümsemeler eşliğinde kafalar hep başka bir yerdeydi biliyorum. gözler buğulu, başımız çok ağlamaktan ağrımış, elimizde biralar sözlerini söyleyemediğimiz fransızca şarkıyı mırıldanıp sosyalleşmeye çabaladık.

*

en nihayetinde bu haftasonu aşırı bir duygu bombası olarak geçti, geçiyor. ıssız adam izledim ve babam geldi. babam şimdi evde.. evdeki değişikleri bulmaya çalışıyor hala. halıları ben söylemesem farketmeyecekti, banyo duvarlarını son güne kadar söylemeyi düşünmüyorum bakalım görecek mi? bazen bizimkilere bakıp sonsuza kadar yanımda olsalar, aynı evde yaşasak diye düşünüyorum. sonra sigarasızlıktan elim ayağım titrediğinde kendimi nasıl sokağa atsam diye hesap kitaba girince hayat normale dönüyor.


deniz'e not: o konuyu şimdi yazamayacağım, hiç modumda değilim. belki sonra?

No comments: